Alper Erdoğan

Zorunlu başarı

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Ülkemizin amansız hastalıklarından birisi… Hele de bu kadar gelişmiş bir ülke de başarılı olma zorunluluğu kaçınılmaz bir gerçek.

Başarılı olma durumu, toplumun işine geleni bizlere diretmesiyle belirlenmiş, iyi para kazanmak, saygın bir meslek sahibi olmak, kadınsan evlenebilmek, insansan neslini devam ettirebilmek gibi konu başlıklarıyla sınırlandırılmış. Bu uğurda herkesin, kişiliğine uygun olsun olmasın, doktor, mühendis olması, güzel para kazanması, girdiği yerde parmakla gösterilmesi beklenir. Oysa hiç kimse her konuda mükemmel ve her konuda berbat değildir. Hiç ummadığınız insan size çok büyük hayat dersleri verebilir.

Önemli olan insanın ihtiyacı olan şeyi görebilmektir ve gerçek başarı hayatını mutlu geçirebilmektir. Eğer hayatta kendini mutlu edecek şeyleri bulabilirsen işte o zaman mutlu olursun ve başarıyı elde edersin. Bu belki holding sahibi olmak, belki çocuk sahibi olmak olur belki de aradığın aşkı bulmak… veremez ve diretemez. Özellikle bizim güzide ülkemizde, psikolojik ve sosyolojik açıdan kendini çok yetkinleştirmiş ebeveynleri gerçek başarının ne demek olduğunu tam manasıyla anlamış durumdalar.

Sadece ebeveynlerin değil; akraba, komşu, arkadaş ve hatta mükemmel dizayn edilmiş sınav sistemlerimiz yani Devlet baba…Sürekli çocukları kıyaslama ve rekabete sokulduğu ülkemizde, önüne geçilemeyen baskı sonucunda kişilikte açılan yaranın hırsla doldurulması ile oluşan kalıcı duygu. Sonuçları: Stres ve anksiyete, tükenmişlik sendromu, aşırı çalışma ve sürekli başarı peşinde koşma, ilişkilerde sorunlar, kendini değersiz hissetme, hayat tatminsizliği…

Tanıdığım biri var, hayatımda onun gibi müzik kulağı olan kimseyi görmedim. Hani bir müziğini dinleyince onun ritmini az çok ben de çıkarırım ama o size direkt müziği çıkarıyor. Eline herhangi bir enstrümanı veriyorsun ve çalan müziği size anında o enstrümandan çalabiliyor ve bu adam müzik konusunda eğitimiziz. Ve elinde enstruman olduğu zaman dünyada ondan mutlusu yok, bunun tüm algılarınız ile hissedebiliyorsunuz. O bir müzisyen olmalıyken konservatuara gitmeliyken gelin görün ki o bir doktor, mikrobiyoloji uzmanlığı yapıyor… Ona mutluluk veren müzikten uzaklaşmış ve bakteri ve virüslerle hayatını geçiriyor. Çevresindekilerin kalıplaşmış başarı anlayışını diretmeleri yüzünden başarısız olduğunu düşünüp mutsuz oluyor. Belki de virtüöz olacak iken gel gör ki sağlam bir kariyer kaygısı ile alakası olmayan konular öğreten okulları okumaya yıllarını harcamış.

Peki hiç düşünmüyor musunuz kaç aile çocuğunu böyle böyle harcıyor. İyi kötü düzenli bir maaş aldığında kendini rahatlatıp, “çocuğumun hayatı kurtuldu” deyip mutlu olup olmadığını düşünmeyen kaç aile ve ziyan olan kaç çocuk var farkında mısınız?

“Karıncaları hep mükemmel örnek diye gösteriyorlar. İnsanı karıncaya dönüştürmek istiyorlar. Başarıyorlar da. Tüm sevimsiz ve çirkin şeyleri insanların tapacağı, hayranlık duyacağı araçlara dönüştürmekte gerçekten çok ustayız. Ben karıncadan nefret ediyorum. Hayatım boyunca ne karınca olmak istedim ne de olabildim. Çalış çabala, taşı, depola, kışın ye, sonra yeniden çalış çabala, taşı, depola… Koca bir hayat ve sonra da ölüm… Piramitler yap, şehirler yap, binalar, fabrikalar, makineler, sanayi, uygarlık… Bütün bunlara hizmet et, koca bir hayat…Sonra da öl. Kim için? Ne için? Kim yararlanıyor? Kim keyfini sürüyor? Dört kişi. Yani hiç kimse. İş, iş için. Uygarlık, uygarlık için. Hepimiz bu oyunun içindeyiz. Oyunun kurallarını da koymuşuz. Tembel derler diye ödümüz kopar. Tembel bir evlada sahip olmaktan en fazla korkanlar da zengin olanlardır. Babasının altınlarının üstüne yenilerini koymamasından, olan biteni yemesinden korkarlar.”

Alper Erdoğan

14.06.2024